EN İYİ KİM BİLİR?

BEN BİLİRİM SEN BİLİRSİN O BİLİR

EN İYİ KİM BİLİR?

        Kundullu Köyünden Akşehir’e okumaya giden ilk yirmi arasında ben de vardım. İplikçi caminin yakınından geçip orta hamama varmadan sola döner, dar sokakların birinden sağa dönüp az ilerde taş avlu duvarının kenarındaki ahşap okul binasını görürdüm. Okul kalabalık olduğu için bizi barakada bir sınıfa yerleştirmişlerdi. Matematik Öğretmeni Türkan Hanım ilk dersinde gayet rahat tavırlarla tahtaya bir problem yazıp “Bu problemi çözebilecek var mı?” sorusunun cevabını beklemeden arkasını bize dönüp problemi çözmeye davrandı. Aslında kim çözebilecek derken “Ben!” demiştim ama belki de beklemediği için duymamıştı. İş işten geçiyor, hoca kendi çözecek diye düşündüğümde “Ben çözerim!” diye oldukça yüksek sesle bağırdım.  Hoca gayet sakin bir tavırla sınıfa dönüp sesin sahibini teşhis edince gözlerimin içine bakarak sordu:

– Çözebileceğini mi sanıyorsun?!?

– Sanmıyorum, çözebilirim!

        Daha soru sorulurken cevabı bulduğumu bilemezdi elbette. Ama bu olay önemli olmalı ki okul müdürü dağılırken bu olaydan bahsetti ama beni “Karabulut Köylü!” olarak takdim etti. Adres “Karabulut Caddesi, Zincirli Kuyu Arkası” olarak verildiği için “Kundullu Köyü” adı geçmemiş, zaten kimse de Kundullu ismini duymamış olmalıydı…

        Ortaokul yılları açlıkla terbiye edecekti beni. Tek başına kaldığım evde ısınma, beslenme ve temizlik sorunları boyumu aştığından olsa gerek derslerde ekstra başarıyı yakalamam kolay olmuyordu. Bu yüzden lise yerine öğretmen okulunu tercih edecektim. Son sınıfta puanlama 10 yerine yüz üzerinden verildiğinde biyoloji dersinden doksan altı almıştım. Herkesin on puan bile alamadığı o imtihandan o kadar yüksek puan almam ilgi odağı olmuştu.

        Öğretmen okulunda dört ders beni hayli zorlamıştı. Resim, Müzik, beden eğitimi ve iş bilgisi derslerinden son sınıfa kadar hep teklemiştim. Son sınıfta beden eğitimi hariç diğerleri daha iyi olmuş, hatta Müzik dersi bitirme sınavından on alan tek öğrenciydim sınıfta…

        Nafiz Ercan sayesinde ortaokulda öğrendiğim Kimya o kadar sağlam temellere oturmuştu ki GEE kimya bitirme sınavında bile imdadıma yetişmişti. Sınıfta olmadığım zamanda anlattıklarından sözlü yapan Eray Karaman, başarımı görünce beni hep kollamıştı. Hasan Dağ ve Abdürrahim Gümüş adlı öğretmenlerin hareket ve davranışlarındaki olgunluğa imrenirdim. Ama zeka konusunda iki önemli olay vardı: Osman ONGUN okuma hızımın dakikada olabileceğini ölçerken Ali Kantaş da art arda sekiz rakamı hatsız tekrarlamamı çok ilginç bulmuştu.   

Mamak Muhabere okulunda Tüm General Fahri GÜNHOŞ sınıfımızı teftiş ederken sorduğu sorulara verdiğim cevaplarla hem paşanın hem arkadaşlarımın hayranlığını kazanmıştım. On bin beş yüz on dokuz numaralı öğrenciye İngilizce öğrenmek için üç ay boyunca yardım ederek bin beş yüz kelime ezberlemesini sağlayan, hemen önümdeki sırada oturan Yılmaz KIRKAVAK adlı fizikçi arkadaşın adını da yad edeyim.

 Bu konuları anlatmamın sebebi ne kadar başarılı olduğumu değil de geçmişimin bazı kesitlerini aktarmak istememden ileri gelmektedir. Asıl önemli olan her karşılaştığım insanı yakından incelemek ve şu sorunun cevabını bulabilmekti: Başarılı olmanın anahtarı nedir? Olayları kavramak için zeka seviyem yeterli mi? Başkaları benden ne kadar daha hızlı öğrenebiliyor ve muhakeme edebiliyorlar? Ne yalan söyleyeyim, ilk karşılaştığı bir olayı benden daha hızlı kavrayabilen birisi ile tanıştığımı hatırlamıyorum…

Belki bin dokuz yüz yetmiş dokuz yılıydı. Dört yüz seksen üç kişiden Fizik iki dersini ilk hakkında veren altı kişiden biri ve on üzerinden altı aldığım imtihanda Ali Sümer’in ağzından şunları duyacaktım. “Bu muymuş bize anlatılan fizikçi!” Demek birileri beni birilerini “Hızlı Fizikçi” veya “Efsane öğrenci!” olarak lanse etmişlerdi ki, bekleneni verememekteydim…

İki bin sekiz ağustosunda emekli olup da saatsiz yaşamaya başlayıp bildiğim gibi seyahat edebilme özgürlüğü o günlerdeki başıma takılan çelik miğferleri analiz etmeyi bir kere daha aklıma getirdi: Siyasal olarak büyük baskı hissetmenin dışında ortalama on beş kilometreye varan yürüme vardı. En az yüz öğrencim, öğretmen arkadaşlarım, yurttakiler, öğrenci olduğum yerdeki binlerce öğrenci ve parasızlık az gelmiş olsa istirahat etme zamanımın olmaması her şeye tuz biber ekiyordu. Necip KURAL fen lisesinin as öğrencilerinden ve çok değerli hayat tecrübesi olan bir oda arkadaşımdı. Onun sebepsiz kaybını hazmeder görünsem de içinden yanan bir toplumun içinde yaşamak beynimin yarısını işgal ediyor olmalıydı.

Honolulu’da konuştuğumu San Fransisko’da duyan bir medyumla tanışmak beni şaşırtmamıştı. Kundullu Köyü gibi ücra bir yerleşim yerindeki düğünde edilen laftan İTÜ öğretim üyesinin beni hesaba çekmesi tesadüf olamazdı. Geçen hafta Haseki’de bu olayın üstü kapalı da olsa bana hatırlatılması ile bir konuya açıklık getirmek istedim.

Diyelim ki beş yüz bin ilkokul öğrencisini imtihan ediyorsunuz. İki kere iki kaç eder sorusuna hepsi de dört eder cevabını verdi. Sizce en iyi bilen öğrenci hangisidir? Taraf tutmuyorsanız, cevabınız hepsi aynı olacaktır. Aynı şey kariyeri “Fizik” olan bin kadar profesöre “Kuvvet, momentum, akustik, optik vs konularını sınıfta anlatmalarına göre en iyiyi belirleme!” testi yapalım. Eğer bu testte ben de varsam, belki de bin kadarı en iyi olurken, hiçbir zaman üniversitede ders verme şansı bulamadığımdan, bir iki konuda teklediğimden, sonuncu olacağım. Şimdi şunu rahatlıkla söyleyebilirsiniz. “Bu Mustafa da hiçbir şey bilmiyor, boşuna kendini övüyor!” Haklısınız, ben gerçektende fizikçileri geçemem ben, en kötü benim! Ama benim de bir kriterim var:

“Bir yıldızı yavaşlatmak, durdurmak, bulanıklaştırmak mümkün müdür?” Böyle bir soru sorulmuş mu? Bu soruyu evet şeklinde cevaplayıp sebeplerini kurduğu modellerle açıklayabilen var mı? Eğer yoksa bu sorunun cevabını bileni “Yaşayan en iyi fizikçiler!” sıralamasında nereye koyardınız? Lamı,cimi yok kardeşim! Zaten Müslüman olanlar Kuranı Kerim; “Yıldızlar Bulanacak” mealinde bize bildirirken “Hayır!” mı diyecek? Ötekilere de bilimsel olarak anlatmak hiç de zor olma gerek.

“Marifet iltifata tabidir!” Olayı “İddia ediyorum!” deyip kazanmak kumar diyenler iltifat ederlerse neticeyi öğreneceklerdir. Hodri meydan! Bakalım sorunu cevabı neymiş? Hiç olmazsa “Uzayan kol bizden olsun!” diyen insanlara minnettar olurum.

 BEN BİLİRİM, SEN BİLİRSİN, O BİLİR,

EN İYİ KİM BİLİR?

 Sürçü lisan ettiysek af ola! “Ben” demeyi tasvip etmeyen mütedeyyin insanlardan özür dilerken, “Sen Bilmezsin!” diyen yağmacılara da bu yazı “KAPAK!” olsun.

7 Nisan 2010 Kocamustafapaşa.

Yorum bırakın