Akdağ madeni

AKDAĞMADENİ BENİM OLACAK

Haziran ayı geldiğinde mutluluklar da başlar. Temmuz ve Ağustos ayı boyunca tatil ve eğlence zamanıdır. Aylardan gene temmuz ve belki de yeni bir iş için şans kapıyı çalmaktaydı. Eski bir akü satılırken çok ucuz olduğunu gördüm. Olmaz ya bu kadar ucuz olur mu? Bunun içinde ne kadar kurşun var diyerek alıcıya daha yüksek fiyat vermesi gerektiğini anlatmaya çalıştım. “Ver elli kuruş ben sana bir kamyon vereyim” demez mi? Eh yani olacak iş değil, işi gücü bırakıp akü işine girecektim. İlk fırsatta üniversite kütüphanesinden kurşunla ilgili elli sayfaya yakın bir fotokopi aldım.  Artık karada ölüm yok demekti…

Halil Enişte aküsünü yenilerken eskisini bana verdi. Fırıncıdan üç beş kilo kok kömürü aldım. Mevlit Emminin  el yapımı körüğünü de ödünç alıp işe koyuldum. Uygun bir yerde bulduğum kerpiçlerden ikisinin ortasını oyarak üst üste koydum. Alttan da körükten gelen havanın girmesi için bir delik açarak çamurla her yerini  sıvadım. Kurumasını bile bekleyemezdim. Derhal körüğü yerleştirip kok kömürlerini kerpiçten fırınımın içine attım. Odunları da tutuşturup kömürün üzerine koydum. Körüğü çevirdikçe alevler yükselmeye başladı. Odunlar bitip kömürler kalınca da parçaladığım akünün ızgaralarını kömürün üzerine koymaya başladım. Kurşunlar eriyordu. Zift kısmı hariç akünün nesi var nesi yok fırınıma attım. Bir miktar kömür daha ekleyip uygun bir süre sonra ateşi söndürdüm. Fırını yıkıp kurşunları tarttığımda elimde yedi buçuk kilo kadar kurşun olmuştu. On sekiz ya da yirmi kiloluk bir aküden bu kadar kurşun çıkıyordu.

Körükle beraber Kundullu’ya döndüm. Bizim Yahya ile durum değerlendirmesi yapıp Yahya’nın traktörüyle köydeki aküleri topladık. Yüz elli kilodan epey fazla olmalı idi. Bu defa kerpiç fırın yerine eskimiş bir kovalı soba kovasını kullanacaktım. Dedemden kalma eski ocağın taşlarının üzerine kovayı yerleştirdim. Bu defa Musa da yardım ediyordu. Akülerin kaplarını parçalamadan içlerini boşalttık. Fırınımızı çalıştırıp önce daha önceden olan kurşunları ardından da sağlam kalan ızgaraları, daha sonra da ne var ne yok her şeyi kömürle karıştırıp ilave ettim. Fırın soğuyup ortalık sakinleşince kurşunları tarttık, kömürlerle sarmaş dolaş ama seksen kiloya yakın olmalıydı. Bu kocaman kütleyi eritip kömürlerinden arıtmalıydık. Bu defa sacayağının üzerine koyup alttan ısıttık. Eriyen kurşunları da bir tenekenin içine dökülmesini sağladık. Elde ettiğimiz kurşun kırk kilodan fazlaydı ama hayal kırıklığı olmalıydı. yüzde otuzlardan çok verim beklerken yüzde yirmilerde kalmıştık. İşimiz çıkmazdaydı.

Ocağı temizleyen Abdülkadir seslendi: “Ağabey nedir bunlar?” Yanına gittim elinde kurşun parçaları vardı. Ocağa koştum. Döşeme taşlarının hepsi yerlerinden oynamıştı. Altları kurşun doluydu. Her tarafta kuşunlar su gibi taşların arasından ocağın altına sızmıştı. Beş litrelik bir zeytinyağı tenekesine alabildiği kadar kurşun koyup tarttık. Tenekenin şekli bombeleşmişti içindeki kurşunlarla altmış beş kilodan fazla geliyordu. Hemen ertesi sabah Akşehir’e gittim. İzmir arabasına bilet alıp paketi emanete bıraktım. Yazıhanedekiler akşam son İzmir arabasına kadar eğlenmişler. Yeni gelenlerden bu küçük paketi kaldırmasını istemişler.  Tutanın eli yerde kalmış. Kolay değil, yetmiş kiloyu herkes yerden kesemez. Hele o ağırlığı beklemiyorsa…

Basmane’den yukarı Hatay civarında tanıdığım bir akücüye gittim. Cumartesi olmasına rağmen adamı bulumdum. Önce birkaç çekiç darbesiyle kurşun külçenin sesini dinledi ardından karpitle kurşunu eritmeye başladı. O koskoca külçeden geriye sigara külü kadar bir artık kalmıştı. Çok beğendi. Hemen paramı ödedi. Üç ton için de sipariş vermek istedi. Paramı nasıl alacağımı konuştuk. Üç aylık çek verecekmiş. Ben bu işe gelemezdim. Aslında konu sağlık önlemlerini alma, üretimi sıhhi şartlarda yapma meselesiydi. Göz göre göre çevreyi zehirleme gibi bir durumu kabul edemezdim. Hem ben eski akü toplamaya başlayınca elli kuruş olan hurda fiyatı yüz yirmi kuruş olmuştu. Halbuki benim hesaplarıma göre yüz on kuruştan daha yüksek fiyatlarda zararına çalışmış olacaktım.

Madem bir kaç ton kurşun üretebilecektim, neden bir kaç bin ton olmamalıydı. ski akü bulmak zor işti ama binlerce ton kurşun madeni bulabilirdim. Akdağmadeni derler bir yerlerde kurşun madenimiz yok muydu? Akdağmadeni, ya da Akdağmadeni’nin dağı taşı benim olabilirdi. O hızla gene soluğu üniversite kütüphanesinde aldım. Ne yazık ki benim yöntemimle kurşun yüzdesi yüzde yetmişlerde olan kurşun bileşiklerini ayırmak mümkündü. İçinde yüzde elli kurşun olan Akdağmadeni için ise on üç metrelik bacaya sahip özel bir fırın gerekliydi…

On üç metrelik bacaya sahip fırın için fizibilite çalışması yaptığımda hiç de öyle zararlı çıkmayabilirdik. Eğer bu kurşun izabe işi yürümese bile yapılacak olan ocağı kupol ocağı olarak kullanmak, demir döküm yapmak mümkün olabilirdi…

Kırılma noktası derler ya… Hani dalgalar gelir gelir de bir noktada köpürerek yayılır giderler… İşte benim kırılma noktam da orada başladı. Benim olacak dediğim Akdağmadeni’nin dağı taşı oralarda bir yerlerde beni bekliyor olmalı. Elim ermedi gözüm görmedi ama yüreğimde hala beni çağıran oraların çobanlarının kavallarının yanık sesi var. Dağ taş bedavaya satılıyor.

 

Alla beni, pulla beni

Limanlara yolla beni

Bedavaya gidiyorum

Neredesin ey Hakiki…   

Yorum bırakın