Adalet

TÜRKİYE’DE ADALET VAR MI?

Yazının başlığını görünce anlamışsınızdır. Birinin canı yandığında bağırır: “ Bu memlekette adalet yok mu?” Aslında bu cümle şu anlamda kullanılmıştır: “Öyle bir haksızlığa uğradım ki, inanamıyorum, sesimi duyuramıyorum, çaresiz kaldım, hakkımı yediler, bu yapılan hem hukuka hem de ahlaki kurallara aykırıdır, vicdanım rahatsızdır, topluma olan güvenim kayboldu, vatandaşlık haklarım çiğneniyor, dini kurallara göre de kabul edilemez bir vaka başıma gelmiştir, karşı taraf ve mahkeme haksızdır…” Lafı uzatmaya gerek yok. Yüreği yanan bir insanın çığlığıdır bu anlayana! Haksızlık karşısında keçi ile koyun arasında bir davranış sergileriz.

Yaramaz bir çocukluk arkadaşım irice bir oğlak yakalayıp hafiften kulağını büker gibi yaptı. Oğlak öyle bir bağırmaya başladı ki gülerek bıraktı hayvanı.  Derken bir toklu yakaladı ve onun kulağını büktü veya büker gibi yaptı. Hayvan rahatsızlığını belli edecek kadar bir davranış sergilemek yerine sadece kurtulmak için bir iki ileri geri hareket yaptı ve arkası gelmedi. Ama insanlar bundan farklı bir davranış ta sergileyebilmektedir. Çocukluğumda kavga esnasında yüzüne çifte doğrultulan birinin sadece sağ kolunun bilekle dirsek arası kısmını yere paralel şekilde tutup gözlerini kapatacak şekle getirdikten sonra beklemeye başladığını söylemişlerdi…  O anda yapılacak daha mantıklı bir hareket bulamazdım konu aklıma geldikçe. Sonunda çifte ateşlenmemiş, o da bu olaydan elli yıl sonra eceliyle ölmüştü…

Ecel haksızlık yapmaz eğer onu tanıyorsam. Haksızlık yapanlar daha çok kendini diğer insanlardan yüce görenlerdir. Diyelim bir toplumda herkese bir ekmek verilecektir. Medeni insanlar kendilerine bir ekmek verileceğine inanır ve razı olurlar. Medineli olmayanlar ise “herkesten önce almak, birden fazla almak, eşini dostunu kayırmak!” gibi insana yakışmayan davranışlar sergilerler. Kendilerine hukuken bir şey yapılmaz veya yapılamaz olması onlar için gerek ve yeter sebep vardır. Çoğumuz hakkımıza razı oluruz. Aldığı ekmeği veya sırasını engelli birine devredenler  azınlıkta olup yüksek erdemli insanlardır. Kalabalıkta herkesin hakkını almasını bekleyen, bunu temin edecek güce sahip olanlar ise bize göre daha yüksek yapılışlı veliler veya nebiler olup ancak insanlık tarihinde ender görülen insanlardır. Bu girişten sonra sözün özüne dönerek “adalet” konusuna yeniden dönerek konuyu sırayla inceleyelim:

“Bu memlekette adalet yoktur!” yanlış bir önermedir. Her şeyden önce ilk akla gelen Adalet Ağaoğlu vardır.  Yani “adalet” bir isimdir ve ismi Adalet olan başkalarını da tanıyorum. Şimdi herkes tanıdıkları arasında başka adaletler de bulup bana katılabilir ve birinci şık “Memlekette Adalet veya adaletler mevcuttur!”   Yoktur diyerek gaflete cahilliğimizi belli etmeyelim demek de ağır kaçar sanırım. Tepki vermeyenler çoğunlukta kalırlar.

“Bu memlekette adalet yoktur!” doğru bir önermedir. Hasan deyince bu bir kişiyi anlatır, genellikle tanıdık bir insan mevcuttur. Masa deyince bir eşyadır.  Güzel kelimesi bir nesneyi ifade etmez. Yani güzel yoktur. Madde ve mana isimleri ya da soyut ve somut isimler ayırımında soyut veya mana kısmına düşen isimler bir varlığı ifade etmezler. Buna göre bir nesneyi ifade etmeyen adalet kelimesi olmayan bir şeye verildiği için: “Bu memlekette adalet yoktur!”  derseniz haksız sayılmazsınız…

“Bu memlekette adalet yoktur!” yanlış bir önermedir. Mütedeyyin birine göre: “Mahşer kurulup, ana evladını tanıyamayacak kadar kendi derdine düştüğünde gerçeklerden kaçış yoktur. Boynuzsuz koç, boynuzlu koçtan hakkını alacaktır!” inancını taşıyan insanlar “Adalet vardır, gerçek adalet mutlaka gelecektir!” inancını taşırlar. Yahudilerin böyle bir inancı olmayıp Müslüman ve Hıristiyanlar arasında ahret inancı vardır diye biliyorum. Neyse zaten konu daha bitmedi.

“Bu memlekette adalet yoktur!” önermesi doğru bir önermedir. Her dinin, her ideolojinin, her siyasi görüşün yani insanların olduğu her yerde birden çok inanış, temelde olmasa bile ayrıntılarda mutlaka ikiden fazla durum vardır. Bu ayrılık, bu tefrik bazen o kadar ileri gider ki biri diğerini “kanunsuz, hain, kafir, aşağı yapılı, oyun bozucu vs“ gibi kelimelerle tarif edecektir.  Bir tarafa göre haksızsanız, karşı tarafa göre haklı olabilirsiniz. Bu durumda ne zaman “adalet var!” ne zaman “adalet yok!” diyeceğiniz tamamen göreceli olup kısaca “adalet yoktur!” önermesi kesinlikle doğrudur. Her zaman böyle olmayabilir ama.

“Bu memlekette adalet yoktur!” yanlış bir önermedir. Çünkü bir memlekette hukuk kuralları “nevi şahsına münhasır” değil, herkes için yazılır. Yasama bir kanun hazırlar, kabul eder ve yürürlüğe girdiği andan itibaren bağımsız mahkemeler karar verirler. Haksızlığa uğrayanlar buraya gider ve hakkını alırlar. Kanunların işlemesindeki ara merhalelerde bir aksaklık olması o memlekette “ adalet yoktur!” önermesini avazınız çıktığı kadar bağırmanızda siz haklı çıkarmaz. Türkiye cumhuriyeti kanunları adildir ve herkese aynıdır.

“Bu memlekette adalet yoktur!” önermesi doğru bir önermedir.  Halkın arasına inerek onları biraz dinlemeye çalışınız: “Rüşvet”, “Yalancı Şahit!”, “İltimas!”, “Avukat” kelimeleri bolca geçer. Hatta polisleri dinleyiniz: “Biz yakaladık, hakim bıraktı!” Amerikalılar diyor ki: “Vatandaşın beyanı esastır!”. Yani benim vatandaşım yalan söylemez! Bir örneğini tesadüfen yaşadım: Müzenin kapısında yazıyor, “Reşit vatandaşlar 9 dolar, kama ayna ise 6 dolar” Ben de okuyorum “Kama Ayna!” ve yetkili hemen altı dolar kesiyor. “Sadece öğrenmeye çalışıyorum, ben Kama Ayna –Doğma büyüme buralı- değilim!” diyorum da 9 dolar kesiyor. Ne yani benim vatandaşım yalan mı söyleyecek. Onların arasında dolaşırken “Bu memlekette adalet yoktur!”  diyorlarsa doğrudur, inanırım, elimden gelirse de haksızlığa karşı çıkarım! Bu yük ağır gelir beni ezerse de ne yapalım, kaderimdir derim ya da ezilmekten kurtulmak için seçenekleri değerlendiririm. Malum, demokrasilerde çare tükenmez!

Allahın hakkı üçtür derler ve size en az üç çay içirir bazıları. İki taraftan da üçer atış yaptım ama bir karar veremedim.

Ronald Reagan danışmanlarını dinleyim tam karar verecekken “öteki elde de şu var!” diye devam edermiş danışmanlar. Merhum başkan da “Bana bundan sonra ya tek kollu bir danışman getirin ya da öteki kollarını ben keseceğim!” demiş. İyi ki bu yazımı okumayacak da kolumdan olmayacağım.

Ben eskiden hep tek tüfek kullanırdım. Asla ikinci şansım olmazdı. Bu defa altı patlar kullandım ama galiba istediğimi elde edemedim:

At idi, hamut idi, imamdı, şabandı, ramazandı, bayramdı, kurbandı, üniversiteydi,  mahkemeydi, hocaydı, kocaydı, eceldi,geberdi, yaşadı, gitti, geldi… diyerek sıkmağa gerek yok. Daha otuz olmadı, sıkılacaksınız ama otuz üç yıl ilim öğrenmeğe –para, emek, zaman, kafa, cefa- zaman harcadım ben. Neden birileri bana engel olurdu onları durduracak birileri çıkıp da bana bir fırsat doğmaz ki?

Çamdan da damdan da düştüm,  iğne deldi, bıçak kesti, diken battı, kaynar su yaktı, kızgın demir dağladı ama hepsinin acısı oldu gitti unuttum. Mahkeme okuma hakkımı elimden almış, yolda kalmışım. İçimde öyle bir sancı var ki ne durmak ne de azalmak biliyor. Bu acı bende hem şeker hem de tansiyon getirmişti. İnşallah bu defa sonumu getirip de birilerinin katilim olmasına kadar uzamaz.

Sürçü lisan ettiysek affola!

4 Nisan 2010

Ezelden yazılmış, kaderin işi!

Sandım, balçık sıvayack güneşi.

Beni öldürmeyen gençlik ateşi!

Aman gençlik terketme emi…

NOT: Şiir öyle denk geldi. Altında buzağı yoktur. A.B.V. len … ilköğretim müfettişi.

Şimdi gel bakalım alabilecek misin?

Yorum bırakın